ERMENİ MESELESİ

» 24 Nisan 1915

Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar karşısında Osmanlı hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine "Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını" bildirmekle yetinmiştir. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.

Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Osmanlı Hükümeti`nin bu kararı üzerine hareket geçen Eçmiyazin Katalikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı`na şu telgrafı göndermiştir:

"Sayın Başkan, Türk Ermenistanı`ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye`deki halkımın korunmasını rica ediyorum."

Başpiskopos Kevork`un telgrafını, Rusya`nın Washington Büyükelçisi`nin ABD`deki temasları izlemiştir. Bütün olup biten, yasadışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanması olmasına rağmen, olayı bir "katliam" gibi göstermeye çalışan Ermeniler, başta ABD ve Rusya olmak üzere, çeşitli sömürgeci devletleri kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır.

Diaspora Ermenilerinin her yıl sözde "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum insanları katleden 2345 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Görüldüğü gibi bu tarih, sözde soykırım şöyle dursun, sözde soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen "yer değiştirme" uygulamasıyla bile ilgili değildir.

Kaynak:
Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 210-211
 

» Sorunun Ortaya Çıkışı

ERMENİ SORUNUNUN ORTAYA ÇIKIŞI ; Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayıp, hemen her konuda Avrupa`nın müdahalesine maruz kalınca, Türk - Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler Osmanlı Devleti`ni bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir. Özellikle Avrupa`nın bazı büyük devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı Devleti`nin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri, Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni Kiliseleri`nin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.

Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle ittifak etmek suretiyle Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini alabilmek için kendilerini "ezilen bir toplum" olarak göstermeye ve "Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği" iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.

Islahat Fermanı ile Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Rusya`dan "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" talep etmişlerdir. Bu isteklerle birlikte Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkmaya ve uluslararası bir şekil almaya başlamıştır.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı`nın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması`nın Osmanlı Devleti`nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir:
"Ermenistan`dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti`ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder".

Anlaşmanın bu hükmü, esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi "Ermeni Sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi yönünden büyük önem taşımaktadır.

1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması`nın 61. maddesi de Ayastefanos Anlaşması`nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir:

"Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".

Berlin Antlaşması`nın bu hükmü ile Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilmesi hakkı tanınmış olmaktadır.

Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış ve İngiltere`nin elinde Rus yayılmacılığına karşı bir ileri karakol vazifesi görmüşlerdir. İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı Devleti`ni yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür!..

AYESTEFANOS VE BERLİN ANLAŞMALARI

Osmanlı`nın çöküntü dönemine girmesini takiben Rusya, İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu`nun teşvikiyle, imparatorluğu oluşturan milletler birbiri ardına bağımsızlık mücadelesine girişmişler ve bunda başarı sağlamışlardır. Bu gelişmeler Ermeniler için de örnek teşkil etmiş, onlar da Osmanlıları parçalamak isteyenlerin maddi ve manevi desteğiyle yer yer ayaklanmalar başlatmışlardır. Böylece, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir "Ermeni sorunu"ndan söz edilir olmuştur.

Bu dönemde dünya güç dengesinde giderek daha önemli bir devlet olarak ortaya çıkan Çarlık Rusya`sı Osmanlı topraklarını bir doğal yayılma alanı olarak kabul etmekte ve Osmanlıların sırtından güneyde sıcak denizlere açılma hedefini gütmektedir. Bu hedefe ulaşmak için kullandığı başlıca araçları savaşların yanı sıra, Osmanlı yönetimi altındaki Hıristiyan toplumların hamisi rolünü oynamaktır.

Diğer taraftan dönemin diğer iki başlıca gücü olan İngiltere ve Fransa da Osmanlı Ermenilerini Protestanlık ve Katolikliğe kazandırmak amacındadır ve bu amaçlar bağlamında, İstanbul`da 1830`da Ermeni Katolik, 1847`de Ermeni Protestan kiliselerini kurdurmuşlardır. Rusya, İngiltere ve Fransa`nın Osmanlı Ermenilerine ve diğer Hıristiyan toplumlara gösterdikleri bu ilginin gerisinde esas itibariyle azınlıkları himaye görüntüsü altında Osmanlı Devleti`nin içişlerine müdahale edebilmek ve imparatorluğu parçalamak amacı yatmaktadır.

Ermenilere bu güçlerce Doğu Anadolu`da bir Ermenistan devletinin kurulması vaat edilmiştir. Halbuki söz konusu dönemde bu bölgedeki Ermeni nüfusu bölge genel nüfusu içinde ancak %15 oranında bir yer işgal etmektedir. Örneğin, en kalabalık oldukları Bitlis`de bile nüfusun 1/3 ünü dahi teşkil edememektedirler. "Ermeni sorunu" için bir başlangıç noktası bulmak gerekirse, bu 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı`nı izleyen Ayastefanos Anlaşması ve Berlin Konferansı`dır. 

» Ermeni Terörü

Türkiye üzerine sömürgeci emeller besleyen İngiltere ve Rusya`nın kurdurduğu Taşnak ve Hınçak komitelerinin ülke içerisindeki kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamların yanı sıra Ermeniler, 1905`teki Yıldız Suikasti`yle silahlı terör metodolojisinin ilk örneğini vermişlerdir. Talat Paşa ve Cemal Paşa`yı da aynı yöntemle şehit eden Ermeniler, uzun bir aradan sonra 1965 yılında tekrar terör metoduna dönmüşlerdir. 1970`li yıllarda ise ASALA sahneye çıkmış, 1984`e kadar 42 Türk diplomatını şehit etmiştir.

Taşnak ve Hınçak örgütleri bu yeni terör döneminde; terörü özendirmiş, geliştirmiş, hazırlamış, daha geniş alanlara yayılmasını ve hedeflerinin çeşitlenmesini sağlamış, terör tim ve grupları oluşturmuş ve yeni örgütlenme çabalarına psikolojik destek vermişlerdir. Bunların yanında isminden en çok söz ettiren "Ermenistan`ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu" olmuştur. Bu örgüt kısaca ASALA adıyla anılmaktadır.

Bağımsız görünümü altında ASALA, terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla kendini göstermiştir. Manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını Hınçaklardan alan ASALA, insanlık dışı terör eylemlerine girişmiştir. Ermeni terörü, yurt dışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar şeklinde kısa zamanda hızlı bir tırmanış göstererek yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa ve doğu ülkeleri ile Suriye ve Lübnan`da üsler edinen Ermeniler, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile işbirliği içine girerek eylemlerini gerçekleştirmişlerdir.

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980`li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Nitekim, bölücü terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak, toplantılar yapmaya başlamıştır. 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan`ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.

Toplantı akabinde, 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Türk Başkonsolosluğu`na, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları bürosuna yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir. Bölücü terörist Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir. Ermeni Halk Hareketi`nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.

4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut`ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır. 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut`taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda, PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek; Türkiye`de iç savaş devam edeceğine, Türk ekonomisinin sıfır noktasına gelerek, vatandaşların baş kaldıracakları dile getirilmiştir. Buna bağlı olarak, Türkiye`nin bölünerek ve bir Kürt devleti kurulacağı, Ermenilerin Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeleri ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemeleri gerektiği konuları dile getirilmiştir.

Özetle; Ermeni terör örgütlerinin müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye`yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak "Bağımsız Büyük Ermenistan"ı kurmaktır. Bugün devlet olma özelliğini de elde eden Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir. 

» Ermeni Katliamları

Berlin Antlaşması`nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli`de yaşayan Ermenilerin Anadolu`nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Klikya`da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır.

İlk kışkırtmalar Rusya`dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu`daki İngiliz Konsoloslukları`nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir. Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu`da 1880`den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.

Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887`de Cenevre`de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak, 1890`da ise Tiflis`te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, "Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması" hedef olarak gösterilmiştir.

İstanbul`da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu`ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır.

İlk isyan 1890`daki Erzurum`da gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93`te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894`te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896`da Van isyanı ve Osmanlı Bankası`nın işgali, 1903`te ikinci Sasun isyanı, 1905`te Sultan Abdülhamid`e suikast girişimi ve nihayet 1909`da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914`de Zeytun`da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.

İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, "Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak" olduğunu kaydetmektedir.

Öte yandan sömürgeci devletlerin diplomatik temsilcilikleri Anadolu`ya dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.

Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir.

Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van`ın Zeve Köyü`nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.

 

 

1915 YILI ÖNCESİ ANADOLUDA ERMENİLER


Son zamanlarda Ermenilerin, 1. Dünya Savaşı döneminde verdiği kayıpları abartarak ve Diaspora'nın yoğun propaganda girişimleriyle Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığı iddialarını dünya kamuoyuna onaylatma faaliyetleri daha önce hiç olmadığı kadar yoğunluk kazanmıştır. Fakat Türkiye bu propagandaya ne yazık ki gereken cevabı verememiştir. Türk halkının bir kısmı da meselenin iç yüzünü incelemeden soykırımı tanıyalım gitsin demektedirlerdir ve tarihte işlemediğimiz bir fiilden dolayı sorumlu tutulmamızı kabullenir bir tutum sergilemektedirler. Bu tutumun yanlış bir tavır olacağını belirterek çalışmamda Ermeni iddialarına bilgilerimin imkan verdiği sınırlar dahilinde cevap vermeye çalışacağım.
Osmanl
ılar ile Ermeniler arasında 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar ciddi bir anlaşmazlık ya da düşmanlık olmamıştır. Bu döneme kadar Ermeniler "Millet-i Sadıka" olarak adlandırılmış ve devletin önemli mevkilerinde bulunmuşlardır.Ermeniler arasından 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur çıkmış ayrıca Ermeniler ticari ve sanatsal faaliyetlerini serbestlik içerisinde sürdürmüşlerdir. Kuşkusuz bu iki milletin dostluğunun oluşmasında savaşlarda karşı karşıya gelmemeleri ve Osmanlıların Ermenilere dini serbesti tanımalarının büyük önemi olmuştur.Batıdaki Ermeniler Bursa'da dini merkez kurmuşlar, İstanbul'un alınmasından sonra Fatih'in fermanı ile Ermeni patrikliği kurulmuş ve ve patriğin imparatorluktaki tüm Ermenilerin hem ruhani hem de cismani lideri olduğu hükme bağlanmıştır.
Peki bu dostlu
ğu bozan ne olmuştu? Öncelikli sebep olarak Rus ve İngilizlerin bölgedeki çıkarları ve nüfuz arayışları diyebiliriz.Ruslar Doğu Anadoluyu doğal genişleme alanı olarak görmüşler ve burayı ilhak edebilmek için Ermenilere bir ileri karakol misyonu yüklemek ve onlara kimi zaman özerklik kimi zaman da bağımsızlık vaad ederek Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmalarını sağlamak yoluna başvurmuşlardır. İngilizler ise Doğu Anadolu'daki Rus ilhakını kendi sömürgeleri için tehlikeli gördüğünden Şark Sorunu dedikleri Ermeni meselesini kendi üzerine almış Doğo Anadolu'yu Ruslara karşı bir tampon bölge olarak kullanmak istemişlerdir.
1877-78, 93 Harbinden a
ğır bir kayıpla çıkan Osmanlı devleti Rusların ağır koşullarını kabul etmiş Ayestefanos Anlaşması ile Ermeniler lehine ıslahat yapmayı ve bunları Rusların denetlemesini kabul etmiştir. Fakat İngiltere'nin baskısıyla bu anlaşma değiştirilerek Berlin Anlaşması imzalanmış ve bu anlaşma ile Ermeni meselesi bir Avrupa meselesi haline getirilmiştir.İşte bu tarihten sonra yabancı devletler Doğu Anadolu'daki en ücra köşelere bile başkonsolosluklar açmışlar ayrıca Protestan ve Katolik misyonerler Anadolu'nun her tarafında açtıkları okullar vasıtasıyla taraftar kazanmaya çalışmışlar; İngilizler ile Fransızların çıkarları doğrultusunda Ermeni komitalarını silahlandırılmasında başrolü üstlenmişlerdir.
Islahat Ferman
ı'ndan sonra Osmanlı toplum yaşamı Batı tarzında şekillenmeye başlamış bu doğrultuda gayri müslimlerle müslümanlar aynı statüye getirilmişlerdir. Ayrıca Ermeniler 1863 yılında içişlerini görüşmek üzere 140 kişilik bir meclis kurmuş ve arazisiz bir özerkliğe sahip olmuşlardır. Bu meclis nedeniyle İstanbul'daki Ermeni Patrikliği dünyevi işlerden soyutlanmaya başlamış ayrıca protestanlık ve katolikliğin Ermeniler için sunduğu imkanlar sebebiyle cazip hale gelmesinden dolayı taraftar kaybeden ve etkinliğinin yavaş yavaş azalması tehlikesi ile karşı karşıya kalan Patriklik daha radikal davranmaya başlamış Rus tesirindeki Eçmiyazin kilisesinin de üstünlüğünü kabul etmiş ve Ermenilerin millet bilinci kazanması amacına hizmet etmiş, Ermeni komitalarının oluşmasında ve silahlanmasında büyük etkisi olmuştur.
Anadoludaki Ermeni silahl
ı hareketinin oluşmasında şüphesiz en önemli faktör Ermeni komiteleriydi. 1880'den sonra Doğu Anadolu'da Rusların etkisiyle Van'da Karahaç ve Armenekan, Erzurum'da Vatan Koruyucuları adlı komiteler kurulmuş fakat bu yerel komiteler Ermenilerin rağbet etmemesi nedeniyle önemli bir etkinlik kazanamamışlardır. İmparatorluk içindeki komitelerin etkili olamayacağının anlaşılmasından sonra Osmanlı toprakları dışında Rus Ermenilerine komiteler kurdurtulmuştur.Böylece 1887'de, Cenevre'de Hınçak; 1890'da, Tiflis'te milliyetçi Taşnak komiteleri kurulmuş ve amaç olarak da Anadolu topraklarını ve Osmanlı Ermenilerini kurtarmak gösterilmiştir.Taşnak komitesinin 1892'deki genel kurulunda kararlaştırılan programın 8. maddesi hükümet yetkililerini ve hainleri terörize etmek 11. metodu ise hükümet kuruluşlarını tahrip etmek ve yağmalamaktır.
Gerek H
ınçak Gerekse de Taşnak komiteleri Anadoluda terör yaratarak Türklerle Ermeniler arasında husumet çıkarmak ve bu sayede yaratacakları ortak düşmana karşı taraftar kazanmak ve Ermenilerin birliğini sağlamak, daha önce Bulgarların bağımsızlıklarını kazanmak için izledikleri metodu uyguluyarak ayaklanmalar çıkartmak ve Avrupa kamuoyunun ilgisini çekmek amacındaydılar. Ayrıca terör yolu ile Doğu Anadolu'daki Türkleri göçe zorlamak, göç etmeyenleri ise katlederek bölgede azınlıkta olan Ermenileri çoğunluk durumuna getirmek amacındaydılar.
Bu do
ğrultuda ilk isyan 1890'da Erzurum'da çıkmıştır. Daha sonra Kumkapı İsyanı 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sasun İsyanı, 1895'te Bab-ı Ali gösterisi ve Zeytun İsyanı 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası işgali, 1905'te Abdülhamid'e suikast teşebbüsü ve 1909'da Adana İsyanı gerçekleşmiştir.
Bu isyanlar günlerce sürmüş, müslüman halk katledilmiş ve mallar
ı yağmalanmıştır. İsyanlar güçlükle bastırılmıştır. Fakat bu olaylar batı kamuoyuna Ermenilerin Türklerce katledilmasi olarak aktarılmış, ülkedeki misyonerler ve konsolosluklar tarafından bu haksız ve gerçekten uzak propagandaya destek verilmiş ve olaylar batıya "vahşi müslümanların masum hristiyanları katletmesi" olarak yansıtılmıştır.Osmanlı Devleti bu isyanları gerçekleştirenlerin elebaşlarını yargılayamamış padişaha suikast düzenleyenler bile Avrupa ülkelerinin desteği ile ellerini kollarını sallayarak yurt dışına çıkmışlar ve daha sonra sahte kimliklerle, tekrar katliam yapmak için ülaaae dönmüşlerdir.
Osmanl
ı Devleti'nin 1. Dünya Savaşı'na girmesi Ermeniler tarafından nihayi hedeflerine ulaşmak için büyük bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. 1. Dünya Savaşında komitelerin faaliyete geçmesinden şüphelenen Osmanlı Hükümeti savaş öncesinde Taşnak yöneticileri ile Erzurum'da bir toplantı yaparak savaş halinde Ermenilerin sadık vatandaşlar olarak Osmanlı saflarında görev almalarını istemişler, Ermeniler de bunu kabul etmişlerdir. Fakat Ermeniler bu sözlerini tutmamışlardır.
Ruslar
ın Doğu Anadolu'ya saldırması ile askerden kaçan Ermeniler gönüllü birlikler olarak Rus saflarına katılmışlar, Osmanlı ordusundaki Ermeni askerler de silahlarıyla beraber Rus saflarına geçmişlerdir. Yıllardır misyoner okul ve kiliselerinde saklanmış olan silahlar ortaya çıkarılmış, Türk erkeklerinin birçok cephede savaşan orduya katılmalarını fırsat bilip savunmasız Türk köylerine ve kasabalarına saldırıp katliama girişmişlerdir. Doğu cephesinde Ruslarla savaşan orduyu arkadan vurmuşlar, birliklerin harekatını engellemişler, ikmal yollarını kesmişler, yaralı konvoylarını pusuya düşürmüşler, köprü ve yolları imha etmişlerdir. Ayrıca şehirlerde isyan çıkartarak Rusların buraları kolayca elde etmelerini sağlamışlardır. Rusya'nın Osmanlı Devletine savaş ilan etmesi üzerine Taşnak Komitesi örgütüne şu talimatı vermiştir: "Ruslar sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladığında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemeleri halinde ise Ermeni askerler silahları ile birlikte kıtalarını terkedecek ve çeteler teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir."
Ermeniler bu ayaklanma ve faaliyetlerin tehcir karar
ına karşı gösterilen bir tepki olduğunu söylemektedirler fakat bu olaylar olurken daha "Tehcir Kanunu" çıkmamıştı, tehcir kararı bu faaliyetlerin tehlikeli bir boyuta ulşması sonucu verilmiştir.
Osmanl
ı hükümeti öncelikle Ermeni Patriği, Ermeni mebusları ve ileri gelenlerini çağırarak Ermenilerin müslümanları katletmeye devam edilmesi halinde gerekli önlemleri alacağını belirtmiş fakat bu girişim sonuç vermeyince 24 Nisan 1915'te Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmaktan dolayı tutuklamıştır. İşte bu gün Ermenilerin katliam yıldönümü diye andıkları gündür.
27 May
ıs 1915 tarihli Ermenilerin Tehciri Hakkında Kanunu Muvakkat ile bir devletin en doğal hakkı ve aaaai olarak kendi iç ve dış güvenliğini sağlamak amacıyla savaş bölgeleri yakınlarındaki Ermenileri daha güneydeki, yine bir Osmanlı toprağı olan Suriye'nin kuzeyine tehcir etmiştir.
Bugün Ermeniler Osmanl
ı Devleti'nin savaş koşullarında ve kendini koruması için doğal bir hakkı olarak aldığı bu karar nedeniyle Ermenilere soykırım yapıldığını ileri sürmektedir. Halbuki Osmanlı Devleti tehcir kararını savaş şartlarının getirdiği bir zorunluluk olarak almış ve bu kişilerin güvenliğinin sağlanması içinde gerekli ihtimamı sarfetmiştir. Tehcirin güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesi için verilen ,Başbakanlık Arşivi ve İngiliz Dışişleri Arşivinde de yer alan Meclis-i Vukela emirleri şöyledir:
"Bahsi geçen kasaba ve köylerde yerleşik ve nakli gereken Ermenilerin yeni yerleşme bölgelerine hareket ettirilmeleri ve yolculuklar
ı sırasında rahatları sağlanmalı, canları ve malları korunmalıdır; varışlarından yeni yurtlarına tammamıyla yerleşmelerine kadar iaşeleri mülteci tahsisatlardan karşılanmalıdır; bunlara daha önceki mali durumları ve halihazır ihtiyaçlarına göre mal ve toprak dağıtılmalıdır; ihtiyaç sahipleri için Hükümet evler yapmalı çiftçi ve ihtiyaç sahibi zanaatkarlara tohum, alet, techizat temin etmelidir."
"Bu emrin tamam
ıyle Ermeni isyancı komitelerinin genişlemesine karşı bir önlem olması nedeniyle. Müslüman ve Ermeni gruplarının karşılıklı katliama girişmelerine yol açacak şekilde yerine getirilmesinden kaçınılmalıdır."
" Yeniden yerleştirilen Ermeni gruplar
ına refakat etmek üzere özel görevliler temini için düzenlemeler yapılacak, bunların yiyecek ve diğer ihtiyaçları sağlanacak, bu amaçla gerekecek harcamalar göçmenlere ayrılan hükümet tahsisatından karşılanacaktır."
"Göçmenlerin yolculuklar
ı sırasında varış yerlerine kadar gerekli iaşeleri sağlanmalıdır... Yoksul göçmenlere yerleşebilmeleri için kredi verilmelidir. Yolculuk halindeki kişiler için kurulan kamplar muntazaman denetlenmelidir; bu kişilerin refahı için gerekli önlemler alınmalı, ayrıca asayiş ve güvenlikleri sağlanmalıdır. Yoksul göçmenlere yeterli yiyecek verilmeli ve sağlık durumları hergün doktor tarafından denetlenmelidir...Hasta, kadın ve çocuklar trenle diğerleri ise dayanıklılıklarına göre katırla, araba içinde veya yaya olarak gönderilmelidirler. Her konvoyda bir müfreze muhafız refakat etmeli, her konvoyun yiyecek malzemeleri varış yerine kadar korunmalıdır... Kamplarda veya yolculuk sırasında göçmenlere karşı bir saldırı vuku bulursa, bu saldırılar derhal püskürtülmelidir."
Yer de
ğiştirme sırasında Ermenilerin bir kısmının hayatını kaybettiği mutlaktır,ancak bunun bir katliam olmadığı hele hele soykırım diye addedilemeyeceği aşikardır. Zira yerlerinden ayrılmak istemeyen Ermeniler isyan etmiş, askerle çatışmaya girmiş savaşm nedeniyle kıtlık , hastalık, iklim şartları, çapulcuların saldırıları, zaman zaman müslüman halkla girişilen çatışmalar ve bazı görevlilerin suistimali kaybın fazla olmasına yol açmıştır.Tehcir sırasında suistimalı görülen memurlar ve kafilelere saldıran eşkiyalar yargılanmış ve idam dahil çeşitli cezalara çarptırılmıştır.Elverişsiz koşulların ise 90 bin kişilik bir Osmanlı Kolordusunu yok ettiğini göz önüne alırsak, devlet politikası olarak bir milletin toptan yok edilmesi diye bir olaydan bahsetmek haksızlık olacaktır. Zaten Osmanlı Devleti tehciri savaşın getirdiği bir zorunluluk olarak uygulamış ve o günün güç koşullarında göç kafilelerinin güvenliği için gerekli önlemleri almıştır.Ayrıca İstanbul, İzmir gibi savaştan uzak bölgelerde Ermeniler tehcire tabii tutulmamıştır, belgelerden de anlaşılacağı üzere Ermenilerden asker aileleri, hastalar, protestan ve katolikler tehcir kapsamının dışında bırakılmıştır. Bunlara ilaveten; asker, subay ve sıhhıye sınıflarında bulunanlar, Osmanlı Bankası, Duyun-ı Umumiye ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler de sevkiyat dışı tutulmuşlardır. Maraş, Trabzon, Diyarbakır, Elaziz, vilayetleri ve Canik sancağındaki tüccar ve esnaf, demiryolu bulunan yerlerdeki şimendiferlerde çalışan işçi ve memurlar da tehcir kapsamı dışında bırakılmıştır. Ayrıca, kimsesiz çocuklar gerek Türklrin gerekse diğer devletlerin ve milletlerin misyonerlerinin sahip olduğu yetimhanelere bırakılmış, erkeği olmayan kadınlar ve çocukları da müslüman köylerinde barındırılmıştır. Eğer tehcirin bir soykırım olduğundan söz edecek olsaydık sanırım bu kadar istisnasının olmaması gerekecekti. Zaten Osmanlı Devleti Hristiyan dünyanın ve özellikle müttefiki Almanya'nın tepkisini çekmemek için tehcir konusunda özellikle özenli davranmaya çalışmıştır.
Ayr
ıca Ermeniler tehcir sırasında Talat Paşa'nın katliam emreden gizli bir telgrafının olduğunu ileri sürmüşler fakat bunun sahte olduğu bilim çevrelerince ispatlanmıştır.Ayrıca 1.Dünya Savaşı'ndan sonra müttefikler Ermenilerin soykırım iddiaları üzerine soykırım delilleri aramaya koyulmuşlar, savaştan yenik olarak ayrılan Osmanlı Devleti'nin
tüm arşivleri kendilerine aç
ık olduğu halde iddialarını güçlendirecek deliller bulamamışlardır.
Bir di
ğer ihtilaflı konu ise meydana gelen insan kaybı sayısındadır. Türk kaynakları ölü sayısının 200-300 bin dolaylarında olduğunu belirtmektedir. Bu konuda Britanica 1918 baskısında 600000 Ermeninin öldüğünü kaydetmekte, 1968 baskısında ise bu sayının 1.5 milyon olduğunu belirtmektedir. Çeşitli Ermeni kaynakları da 500-600 bin dediği ölü sayısını daha sonra 1 ve 1.5 milyon olarak iddia etmiştir. Ama o dönemde 1 milyon 300 bin dolaylarında bir Ermani nüfusunun varlığından söz edilmektedir ki bunlardan savaş öncesi ve sonrasında göç edenler, tehcire tabii tutulmayanlar ve tehcirle yerlerine ulaşanların sayısı çıkarıldığında 300 bin dolaylarında bir insan kaybının olduğu görülüyor ki bunlar arasında çete harekatlarında ve Rus saflarında ölenler de dahildir. Esasında bir kişi ya da 300 bin kişi ölmüş meselesi önemli değildir nihayetinde insan ölmüştür fakat bunun sorumluluğunun Türklere değil; Ermenilere, İngilizlere, Fransızlara ve de Ruslara ait olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Ayrıca bu rakamların çok çok üstündeki bir Türk kaybını da unutmamak gerekir.
Sonuç olarak Osmanl
ı Devleti Batum Anlaşması ile 28 Mayıs 1918'de kurulan Ermeni Cumhuriyeti'ni tanımıştır.
Bu sözlere ra
ğmen Osmanlıların Mondoros'u imzalamasından sonra Ermeniler yeniden faaliyete geçmiş 28 Mayıs 1919'da Türkiye Ermenistanını ilhak ettiğini açıklamış fakat bu olay ciddiye dahi alınmamıştır.
ABD'nin incelemeler yapmak için 1919'da Do
ğu Anadolu'ya yolladığı G. Harbord ve heyetinin hazırladığı raporda "Türkler ile Ermenilerin yüzyıllardır barış içinde yan yana yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri, Türk köylerinin yakıldığı, savaşa giden Türk köylülerinden en çok %20'sinin geri dönebildiği, 1. Dünya Savaşı'nın başlangıcında Ermenilerin Türkiye Ermenistanı denilen bölgelerde hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları, Tehcir edilen Ermenilerin geri dönmeleri halinde tek bir yerleşim merkezinde dahi çoğunluğu oluşturamayacakları, geri dönen Ermenilerin tehlike içinde bulunmadıkları ve olaylara ilşkin acıklı ve korkunç iddiaların doğru olmadığının tesbit edildiği" belirtilmiş ve rapor ABD kongresine sunulmuştur.
Harbord'un raporuna ra
ğmen Sevr Anlaşması'nda Osmanlı Devleti'nin Doğu Anadolu'da Ermenistan'ı özgür ve bağımsız bir ülke olarak tanıması hükme bağlanıyordu. Fakat işgalci güçlere karşı yapılan Türk milli mücadelesi bu anlaşmayı tanımadı; Ermenilerle Gümrü, sovyetler ile Moskova ve sovyet Ermenileri ile Kars anlaşmaları yaparak Sevr Geçersiz kılındı. Lozan Anlaşması'nda ise Ermeni azınlığın hakları tesbit edilerek Türkiye için Ermeni sorunu sona erdi. Fakat Ermenilerin çabaları sona ermedi ve Türkleri soykırım sorumlusu olarak gösterme girişimleri bu zamana kadar artarak devam etti. Bu girişimler Asala gibi terör girişimleriyle olduğu gibi yanlış belgeler düzenleyip bilim dünyasındaki terör şeklinde de gerçekleşti; fakat en önemli propaganda aracı olarak Ermeniler internet teknolojisini kullanmakta, hazırladıkları web sayfalarında Türk milletine, Türk milli mücadelesine ve M.Kemal Atatürk'e ağır hakaretlerde ve haksız ithaflarda bulunmakta ve iletişim teknolojisini kullanarak dünya kamuoyunu yanlış bilinçlendirmektedirler. Biz bu propagandaya karşı koymak için yakın zamanda haklılığımızı ortaya koyan geniş kapsamlı İngilizce bir web sitesi oluşturacağız ve İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça ve diğer yabancı dillere vakıf arkadaşlarımızın da bu çağrıya kulak verip bildikleri dillerde Ermeni iddiaları konusunda haklılığımızı ortaya koyan web sayfaları hazırlamalarını istiyoruz.

ERMENİ SORUNU
İDDİALAR - GERÇEKLER
24 NİSAN 1915
Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar karşısında Osmanlı hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine "Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını" bildirmekle yetinmiştir. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.
Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Osmanlı Hükümeti'nin bu kararı üzerine hareket geçen Eçmiyazin Katalikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı'na şu telgrafı göndermiştir:
"Sayın Başkan, Türk Ermenistanı'ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehliaaae sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye'deki halkımın korunmasını rica ediyorum."
Başpiskopos Kevork'un telgrafını, Rusya'nın Washington Büyükelçisi'nin ABD'deki temasları izlemiştir. Bütün olup biten, yasadışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanması olmasına rağmen, olayı bir "katliam" gibi göstermeye çalışan Ermeniler, başta ABD ve Rusya olmak üzere, çeşitli sömürgeci devletleri kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır.
Diaspora Ermenilerinin her yıl sözde "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum insanları katleden 2345 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Görüldüğü gibi bu tarih, sözde soykırım şöyle dursun, sözde soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen "yer değiştirme" uygulamasıyla bile ilgili değildir.

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol